Turkiye Manzaralari

 

Haziran ayini Turkiye’de gecirdim bu yil. Buyuk miktarda keyif, ve yemek tukettim. Gezdim, ve fotograf cektim. Eger butun bir ayi yazmak istersem kesin hicbir sey yazamam aylarca dedim. En iyisi her sehirden bir iki fotograf seceyim, anlatayim onlari diye karar verdim. Umarim hosunuza gider.

Asagidaki harita Turkiye'deki seferi durumumu gosteriyor. Istanbul, Ankara, Karacasu, Izmir, Bozcaada, Tekirdag, Istanbul (yine), Bodrum, Datca, Ankara (yine), Amasra ve Istanbul (tekrar yine)'a gittim.

Istanbul’la baslayalim.

Biz Istanbul’a gelmeden cok kisa bir sure once futbol ligi bitmis ve Galatasaray sampiyonlugunu ilan etmisti. Her yer, kopruler, binalar Galatasaray bayraklari ile kapliydi. Kapalicarsi’da onlardan biri.

Beyoglu’nu epey degismis buldum bu sefer. Nelerle degismis; Istiklal Caddesi sanki biraz daha dolmus giysi dukkanlariyla, cirkinlesmis onlarin tabela kirliligi ile. Ama bunun yanisira bir dolu yeni galeri acilmis, beyoglu logolu tabelalar var her yerde, arka sokaklar guzellesmis, restoran, kafelerin sayisi artmis. Keyif yaptik oralarda.  

Ankara, evim (ya da evlerimden biri).

Yedik ictik annemin yemeklerini, babamin koftesini yine. Bir de mahallemizin cig koftecisinin hala orada oldugunu ogrendim, kacmadi tabii. Tatli adam. Zeynep'in gozunden kalenin boncuklari fotograflari hosuma gidenler arasinda.

Karacasu.

Karacasu'dan cok fotografim var. Bu sefer iki gun gecirebildik Karacasu'da, her zamanki kosturmali bir gecesinin aksine. Son yillarda gormedigim yaylaya gitme ve simdiye kadar hic gormedigim, bizimkilerin de yeni kesfettigi keramik atolyelerini gorme firsati oldu. Yayla evlerinin sadeligi, eskiligi, guzelligi, bir de yayla ana yolunun manzarali bir noktasina yapilmis uzay tuvaleti gulumsetti beni.

Keramik atolyeleri ise ayri bir dunya. Cogunu kadinlarin islettigi bu kirmizi toprak kapli atolyelerde, bir dolu restorana gonderilen kil comlekler, testiler yapiliyor. Buralarin topragi cok elverisli, kaliteli imis. Ne sans.

Bozcaada. Sarap adasi.

Ilk defa gordum Bozcaada'yi. Cok sevdim. Kucuk, ama yeterli sayida leziz balik lokantasi ile kapli marinasi, Rum evleri, Turk evleri, sarap fabrikalari ve tadim yerleri, adanin dogal hayatina zarar vermemesi icin en uc ve bos noktasina yerlestirilmis ruzgar degirmenleri, kaldigimiz oteldeki antika Rum mobilyalar hosuma gidenler. Bir de yanimda getirdigim, ve simdi keyifle azar azar tukettigim incir receli. Saraphanelerden ise sevdiklerim Corvus ve Camlibag.

Bodrum.

Hizli bir ogleden sonra ve aksam gecirdigimiz Bodrum'da en guzeller yine kale ve marina. Tam biz oradayken Bodrum Kalesi'ndeki unlu sualti muzesi skandali haberlerdeydi, "Allah'in olmadigi yer" yazisi olayi. Ne yazik ki, vaktimiz olmadi muzeye gitmeye.

Datca!

Bu yarimada biraz torpilli olacak, en cok planlama, arastirma ve konaklama burasi icin yapildigindan.

Datca'da gecirdigimiz gunleri nasil yazsam diye dusunurken, New York Times'da bu
yaziyi okudum. Bir cok yonden ilginc geldi. Matt Gross adli gazete yazari ciktigi gezide turist olmaktan sikilip bir sure calismak istiyor ve Tatuta adli organizasyon araciligi ile Beypinar'da Kemal Gorgun'un organik ciftligini buluyor calismak icin. Bu ilk sasirtan konu. Cok hosuma gitti. Organik ciftlikleri ve gonulluleri biraraya getirmek, herkesi organik tarim konusunda bilgilendirmek cok guzel. Ikinci ilginc nokta ise Kemal Gorgun'un aslinda Istanbul asilli bir muhendis olup, buyuk sehir hayatindan sikilip, kendini elma bahcelerine atmasi. Iste burada iyice Datca'dan anlatmak istediklerime geliyorum.

Niye Datca'ya gittik?

Ankara'da sans ederi rastladigim Arda'ya John'la bu yaz nereye gitsek diye sorarken, Datca'ya gelin, hem bizim restorana ugrarsiniz dedi. Megerse benim Amerika'da oldugum bu bes yilda, Arda Yakamegen diye bir restoran acmis Datca'nin Yakakoy'unde. Eski bir zeytin isleme binasini alip (zaten mengen de o demekmis), cok guzel restore etmisler.

Arda bir de Chateau Triopia adli, yine Yakakoy'de guzel kalacak bir yer tavsiye etti. Internet'te bakindim butun bu yerlere, hersey cok guzel gozuktu, Bodrum'dan iki saatlik bir arabali vapur oldugunu buldum Datca'ya, ve ayirttim John ile benim icin yerleri. Bu arada Datca'ya gidecegimizi ogrenen Hasan da, eski arkadasi Burcu'nun eko ciftligi Knidia'dan bahsetti, mutlaka gidin dedi. Yapicaklar artti.

Istanbul'dan Bodrum'da uctuk. Daha okullar yeni kapandigi icin Bodrum'um tam civcivli zamanlari degildi, bizim hosumuza giden bir sakinlik vardi. Hemen Bodrum marinadaki kucuk otellerden birine yerlestik ve basladik yurumeye sokaklarda. Bir ogleden sonra ve geceyi orada gecirdik. Bodrum'un icini uzun zamandir ben de gormemistim. Tabii ki cok turistik, ama yine de canliligi cok guzeldi. Surekli televizyonda olan dunya kupasi maclarini degisik café, kahve ve barlarda durarak izledik, yemek yedik ve sabah kalkip Datca feribotuna yerlestik.

Feribot Datca'nin cok yerlesilmemis kuzey kiyisina gidiyor, oradan da araba ile virajli, guzel manzarali Yakakoy yoluna girdik. Datca'nin o badem agaci kapli tepeleri, kayaliklari, havasi cok guzeldi yine. 20 dakikalik yolculugumuzdan sonra satomuza vardik. Yerlestik guzel odamiza, aksam yemege otel sahiplerine katilacagimizi bildirdik ve ciktik gezmeye.

Ardalarin restoraninda kendi yapimlari sarap, Palamutbuku'nde cay, Eski Datca'da sicaktan rahatlamak icin bolca su ictik, yorulduk ve geri donduk. Brigitte'nin leziz yemekleri, keyifli sunumu ve Alper Bey'in kendi yapimi sarabi ile gunu bitirirken, adaya yerlesmis buyuk sehirli insanlar ve onlarin ev yapimi saraplari, zeytinyaglarinin gosterdigi yeni akimdan konusarak uyuyakaldik.

Ertesi gun Sait Usta gunu. Atti biz teknesine, dolastirdi, kendisi rakisini yudumlarken. Koylardan birinde o balik pisirdi, ben salata yaptim, yedik ictik. Donuste magaralardan birine girdik, serin serin uyuduk hep birlikte. Bir de bize kendi tuttugu istakozlari satti, Semra'nin yerine pisirttirdi, biz de yedik.

Gelelim yazinin basinda yazdigim olaya. Son gunumuzde yarimadada kesfe ciktik. Hasan'in bahsettigi Knidia'ya gittik. Knidia Ali Somer'in baslattigi, simdi de esi Burcu ile islettigi buyuk bir ciftlik. Eko ciftclik. Yazinin basinda bahsettigim Tatuta organizasyonun uyesi. Sarap ve zeytinyagi uretiyorlar. Cardaklarda konaklama sagliyorlar. Ve web sayfalarinda diyorlar ki "Amaç, büyük kent ve tempolu iş hayatının yarattığı gerginlikten sıyrılarak, doğayla içiçe, üretime dayalı, yalın bir yaşam biçimi oluşturmaktı." Datca'da bu hava epey bir esiyor. Yakamengenle Ardalar, Triopia ile Alper beyler, Knidia ile Ali ve Burcu ve onlarin arkadaslari yavas yavas Turkiye'nin en guneybati ucunu ev yapmaya baslamislar kendileri, buyuk sehirden kacmak icin. John'la bana hic yabanci gelmedi bu fikir!

Knidia'dan hayranlikla ayrilip, Datca'ya gidip de gorulmeden donulmeyecek Knidos'a gittik, deniz fenerine yuruduk, gunesin altinda izledik ufku, gecen gemileri, ve hoscakal dedik guneybati kiyisina.

Amasra.

Bir gunlugune de Amasra molasi yaptik donuse gecmeden once. Amasra Canli Balik restoranindaki salata gibi bir salata baska bir yerde yemedigim ve salata delisi oldugum icin Amasra'nin kalbimde ozel bir yeri vardir. Kaleicindeki kucuk pansiyonlar, dukkanlar, kucuk adayi anakaraya baglayan kopru, ve adanin tepesinde yapilan cay keyfi hep sevdigim seylerdir.

Bir de NYC var aslinda gorulen yerler arasinda.

Istanbul'a ucmadan once Zeynep ile uc gun gecirdim orada. Apple'in actigi yeni dukkanin cam prizma girisi, gunluk guneslik olan sehirde bir anda baslayan yagmurla Chrysler binasinin grilesmesi, Zeynep'le gezdigimiz Chelsea sanat galerilerinin hem kendileri, hem de buyuk boy sanat eserleri hosuma gidenler arasinda.

Bu kucuk fotograflar ve bir iki fazlasinin buyuk boylarina burada bakabilirsiniz.

C'est finis.